Biz Fatoş’la 1989-90 yıllarında tanıştık. Aynı bölümde o bilgisayarcı, ben de bant şefi olarak çalışıyordum. O çok sakin ve sessizdi, ben de yerimde duramazdım. Biraz zıttık birbirimize. Bundan olsa gerek ki, Fatoş’u kazanmak için bayağı bir zaman uğraştım. Çarşamba günleri firmanın yakınına pazar kuruluyordu. Her Çarşamba öğlen yalvarıyordum pazara gidelim diye. Bazen geliyordu, ama çoğunlukla, “Hayır, bitirmem gereken işler var” deyip, gelmezdi. Sonra hatırlayamadığım bir sebepten dolayı bana küstü. Bir hafta, on gün, bir ay, yok, konuşmuyor benimle. Aklın sıra kafasını dinliyor. Yanına gittim, “Hala benimle konuşmuyor musun?” dedim. “Hayır”, dedi. Ani bir hamleyle kafasını tuttum, saçlarını karmakarışık ettim; bilgisayarını kapattım, evraklarını dağıttım. “Hala dargın mıyız?” dedim. “Tamam be manyak, barıştık” dedi. O gün bu gündür bir daha darılmadık, hep birbirimizin yanında olduk. Fatoş’cuğum, kardeş olmak için kan bağına değil gönül bağına ihtiyaç var! Bizim aramızda bu var. Benim için üzülüp ağladığını biliyorum. Kaderin yolunu değiştirebiliriz ama sonucunu değiştiremeyiz. Gün dönüp yolunu, hak gelip yerini buluyor. Kısmette ne varsa o. Dünyanın neresinde olursam olayım, hep kalbimin bir köşesinde değil, her köşesinde olacaksın. Benim güneşe tutulmuş, içindeki bütün renklerini gösteren vicdanlı, pırlanta kardeşim…