Biz hiç evcilik filan oynamadık. Zaten oyuncağımızda yoktu. Bunu hayıflandığım için söylemiyorum.
Şanslıydık, plastik ve bez parcalarina bagimli degildik.
Eger oynayacak kimse yoksa, Zerrin boş bir bidon, kova, tepsi ne bulmuşsa onu çalıp şarki söylerdi, bende oynardım. Sonra ben çalar söylerdim, o oynardi.
Ön bahçede biz, üç çocuklu bir oğretmen ailesi ve ev sahibi vardi. Küçük bahçe ile büyük bahçeyi, etrafında Vişne ve Kiraz ağaclarının olduğu bir akarsu ayırırdı.
Sevmediğim tek şey, Hatice ablam – çok severim kendisini – beni yakalar taklit yaptırırdı. Yapmak istemezdim çünkü öyle bir yeteneğim yoktu. Malesef dediklerini yapmadan birakmazdi.
Sonbaharda bütün çocuklar büyük bahçedeki yaprakları toplar ağaca çikar üstüne atlardık. Yollar yapar yarışırdık. Saç diplerimize kadar yaprak dolardı. Çok eğlenirdik.
Aksam yemekten sonra annemin yanına oturur masal anlatması için yalvarirdik. Annem bir tane masal biliyordu: “Dadi Bıdık” diye.
Kurtla koyunun kavgasını anlatırdı. Belki annem çok güzel anlattığı için hiç sıkılmadan dinlerdik.
Yillar geçti çok şey değişti. Değismeyen tek şey, Zerrin, ben ve annemin sevgisiydi.
Ben oraya Sinan’i ilave ettim. Oda sanki yıllardır oradaymış, ama ses çıkarmıyormuş gibi bize karıştı.
Bugün ben ciddi hastayım ve uzaktayım ama birbirimize olan sevgimiz ve bağlılığımız ayni.