Güneşli ama soğuk bir Cuma oğleden sonrası asağı ameliyat odasına aldılar. Doktor kendini tanıttı, assistanlardan biri beni hazırladı. Üzerime koyduğu yeşil örtü gibi parçalar o kadar ağırki üzerime taş yığıyorlar sanki. Doktor geldi, mideme hava bastılar. Gözlerim yuvalarından çıkıp bir tur atıp geldi. Doktor üç yeri işaretledi, metal telleri ve iğneleri kontrol etti ve başladılar.
İğneler o kadar büyüktüki çorap şişleri gibi. Doktor her iğnede ağır uyuşturucu vurduğunu söylüyordu. Başladılar: Üç ayrı kalınlıkta metal telin en incesinden. Midem bulanıyor, her yer dönüyor, kusmak istiyorum ama otuz altı saattir birey yemedim ve bayıldım. Bir ara kendime geldim, Doktor sorun var diyordu tekrar bayıldım. Gözümü açar gibi oldum, Sinan yanımdaydı odaya gidiyorduk. Zor olduğunu sandığım birinci perde kapanmıştı.
Çok ağrım var hemşireler altımı bezlediler, sağa sola çevirken ameliyat yerine basyıorlar. Avaz avaz bağırmak istiyorum ama nafile, sesim çıkmıyor. Sabaha kadar gözümü kırpmadım, söyliyemiyorumki ağrım olduğunu. Ertesi günün sabahı Sinan konuştu başka bir ilaç verdilerde biraz rahatladım. Tuvalete gitmem lazim altına yap diyorlar; yapamadim. Bir alet getirdiler ölçtüler, durum vahim! Yirmi santim uzunluğunda ucu sünger olan birşeyi idrar torbasina soktular, idrari boşalttılar. Stresten hastalandım hemşireler benimle ilgilenmiyorlar, konuşamıyorum diye. Çişimi yapmak için sonda takmaya çalıştılar ama takamadılar. Feryatlarım arşa yükseldi, ne yazikki kendim bile duymadım.
Beş uzun gün acılarla acımasızlıklarla dolu beş uzun gün. Sinan’i çocukların annelerini beklemesi gibi bekliyordum. Gelsin tuvalete götürsün diye, kendimi iyi hissetmek icin.
Bekliyordum hala bekliyorum evde devam eden acılarım ve yanlızlığım için.