İlk okul besinci sınıfa gidiyordum, son senemdi. Çok yapmak istediğim bir hayalim vardi: 23 Nisan’da bayrağı taşımak! Uzun boylu, biraz yapılı olanları seçiyorlardı. Boyum iyiydi de kiloda problem çıkabilirdi.
Ben iki ay önceden hazırlanmaya başladım; her öğlen okuldan eve giderken eczaneye uğrayıp boyumu ve kilomu ölçtürüyordum. Eczanenin sahibi, herkesin tanıdığı ve sevdiği Muzaffer abi idi. Gene tartılmak için gittiğimiz bir gün Muzaffer abi “Eee çocuklar, böyle olmaz! İnsanın boyu ve kilosu hergün değişmez, artık bunun için üç ayda bir gelin” dedi. Zaten her seferinde aynıydı sonuç: 26 kilo, 148 cm boy.
Derken gün geldi, seçmeler başladı. Öğretmene bayrağı taşımak istediğimi söyledim. Kadıncağız gülerek, bakarız, dedi. Çok çalışkan olduğum için, bir şansım olabilir diye düşünüyordum. Bu işe yarar mıydı acaba? Öğretmenler beni odalarına çağırdılar. Bayrağı değil ama sancağı taşıyacağımı bildirdiler. Olsun, cok sevinmiştim.
Bayram geldi. Bir gün önceden, her zaman oldugu gibi ablam talimatını verdi “Resim çekilmeyeceksin, para yok!” Bu doğru değildi! Doğru olsaydı, kuzenim Leyla nasıl fotoğraf çektirirdi ki? Üstelik o, her 23 Nisan’da kıyafet törenine de katılırdı. Bir keresinde ağlamıştım, ben de istiyorum, diye. Ablam dedi ki, „Ben çalışıyorum. Senin de baban çalışsın, sana alsın.” Bu benim ablamdan istediğim ilk ve son şey oldu; asla bir daha tekrar etmedi.
Gelelim törene. Bayrak önde, ben arkada törene katıldık; katıldık ama boyumuzun ölçüsünü de aldık! O günden sonra, bir hafta boyunca beslenme sepetimi bile taşıyamadım.
Ya bayrağı taşısaydım, nasıl olurdum acaba?