Ceylan gözlü, güzel bakışlı, içinin temizliği gözlerine yansıyan arkadaşım, dostum güzel insan! Ayça deyince hatırlanacak çok şey var ama ilk aklıma gelen, yemek masasındaki uzun muhabbetlerimiz.
İngiltere de çalışırken, ben Cuma akşamları Ayça’da kalıyordum. Cumartesi sabahları 10’ da kalkıp hazırlanır, çayı, kahvesi ve sandviçleri çok güzel olan kafeteryaya giderdik. Kahvaltıdan sonra, hemen köşedeki köylülerin pazarına uğrar, alışverişimizi yaptıktan sonra bana giderdik. Akşam yemekleri ben, salatayı Ayça yapardı. Ben içmezdim ama ona bir şişe şarap açar, muhabbetimize başlardık.
Bir hafta sonu gene kahvaltıdan sonra Ayça heyecanla “Seni bir yere gotüreceğim, gel!” dedi. Canım benim, meğer ben donmuş balık sevmiyorum diye araştırmış, taze balık satılan bir yer öğrenmiş! Hemen balığımızı alıp bana gittik. Kolları sıvadık ziyafet için. Balık pişerken bir yandan soframızı donatıyorduk. Kabak tatlısını da fırına atıp yemeğe oturduk keyifle.
Her zamanki gibi konu konuyu açtı ve olan oldu sonunda… Fırındaki tatlıyı unutmuşuz meğer! Fırın hemen yanımızda olduğu halde yanık kokusunu duymamışız bile. İçerisi niye karardı diye başımızı kaldırınca fark edebildik olanları. Mutfak duman içinde kalmışti.
Temizlemek için az uğraşmadık sonra…