Ne güzel demiş Aşık Veysel: “Uzun ince bir yoldayım, gidiyorum gündüz gece”. Ben de, iki kapısı olan bu yolda çıkışa doğru yürürken bilinmedik bir noktada, dipsiz bir kuyuya düştüm. Tişörtüm çıkıntılara takıldı; ne aşağı düşebildim, ne de yukarı çıkabildim. Askıda kaldım. Herkesin kıyamı, kendi kıyametinin koptuğu zamanmış. İşte ben tam ordayım; araftayım. Kaynağı insan olan ateşlerde alev alev yandım, kor oldum. Tam söndüm derken yeniden tutuştum. Her seferinde ölmeden ölmeyi öğrendim. Araftayım; bir yanım cehennem, iyi ki orda değilim derken seviniyorum. Öbür yanım cennet, neden orda değilim diye üzülüyorum. Allah, hiç bir kulunu sonsuza dek bekletmez. Benim için de hayırlı olanı nasip edecektir elbet. Bu bekleyiş döneminde benimle beraber olan Sinan ve Zerrin de benim ateşimde yandılar. Beden suyla yıkanarak temizlenir ama ruhumuz sadece yanarak kendisini arındırabiliyor. Kim bilir, belki onlar da benden ötürü cevherlerine ulaşırlar… Ben ikisinin de hakkını ödeyemem. Onlar için her zaman diyorum ki, Allahım, sen ikisine de dert, keder, üzüntü, sıkıntı gösterme. Yüreklerinden geçen her dileklerini kabul et. Onlardan, yerin birinci katından göğün yedinci katına kadar razı ol. Mekanlarını cennet et. Amin.