Kum çöllerinden geçtim; kum fırtınaları gözlerimi dağladı. Güneşin gazabına uğradım, dudaklarım mısır patlağı gibi içi dışına çıktı. Tepesi kesilmiş hurma ağaçları gibi kuruyorum.
Ben çocukken evlerde gaz lambası kullanılırdı; ablamlar o ışıkta kitaplar okurlardı; orda bir şiir vardı: “Çocuktum, ufacıktım, top oynadım, acıktım, buldum yerde bir erik, kaptı bir alageyik…” Devamını hatırlayamıyorum, ama neden bilmem, hafızam sürekli bunu söylüyor.
Karlarla kaplı dağlardan geçtim; soğuktan dondum, kemiklerim sızladı; kristal gibi ışıl ışıl parlayan karlara basarken, bu güzelliğe verdiğim zararın bedeli parmaklarım döküldü sanki; insan elinin az değdiği ormanlardan geçerken, her yerimi örümcekler ısırdı; otlar bacaklarıma dolanıp kalmam için ısrar ettiler;
Bir düzlükte yol ağzına geldim… Ben bu yolu dünyaya gelirken nereye gittiğimi bilmeden ağlayarak geçmiştim.
Şimdi aynı yolu gene nereye gittiğimi bilmeden geçeceğim.
Ben bu yolu daha kaç kere gidip geleceğim?